bir anlatsam mı be abicim!
18 Ağustos 2023 Cuma
BÜTÜNLEME
16 Ağustos 2023 Çarşamba
JAPON
Japon yapıştırıcı ile yaptığım "Ulan yapışıyor mu acaba?" adlı deneyim ağır yapışma ile sonuçlanmıştı. İşaret ve başparmağımın uçlarını birbirine yapıştırmış ve çocuk gücümle ayıramadığım için bu şekilde gezmiştim. Bunun için birkaç kişiden de dayak yemiştim. Çünkü; kimse görmesin diye cebimde sakladığım elimi görenler, "Cebindeki ney lan," diye soruyor ben de onlara gösteriyordum. Tabi bu hareketin o zamanlar sokak jargonu ile karşındakine "Gaysin!" hareketi olduğunu bilmiyordum.
Gün boyu milletin "Böyle salaklık olur mu, insan kendini japon yapıştırıcısı ile yapıştırır mı?" diye beni dövdüklerini düşünüp deney kazası olan halka şeklindeki elimi cebime koyarak ağladım. Yoldan gelip geçenler neden ağladığımı sorduğumda onlara da hareketi göstermiş, oldukça azar yemiş; birkaç akrabanın da kulağımı çekmesine engel olamamıştım. En sonunda beni sokakta gören ve endişeli bir şekilde yanıma gelen amcama da durumu anlattım, sonra da ekledim "Bak japonla yapıştırdım diye dövme ha !"
Bakın, eğer "Dövmeyeceğim," kelimesini söyleyen birisi varsa kelimeye değil kişinin ses tonuna odaklanmalısınız. Cahildim, amcamın sesine kandım. Ona durumu göstermek için elimi cebimden çıkarırken birden parmaklarım ayrıldı...Evet, ayrıldı. Artık özgürdüm, deneyim kazayla sonuçlansa da artık yeni deneyler için yoluma devam edebilir; "Meyveli şampuanın içine meyve koyuyorlar!" önermesi için şampuan tadımlarına başlayabilirdim.
Parmaklarımı ayrık bir şekilde cebimden çıkarıp ona göstermem ve ağlamadan gülmeye geçiş halimden dolayı amcam onunla dalga geçtiğimi sandı. Ondan da bir güzel dayağımı yiyip eve doğru kimseyle konuşmadan yol aldım.
16 Mayıs 2023 Salı
KAHVE
Işığı açmak için anahtarın
düğmesine bastı, bunu yaparken de lambaya baktı karanlığın içinde. Camlarında
sararmaktan başka bir renge bürünmüş gazeteler, etrafı görebileceği kadar ışık
yaymıyordu odaya. Elleriyle önce tezgahı bulmaya çalıştı, önce ocağın üstüne
dokundu. Bu iyi diye düşündü eline bulaşmış yağa karşın. Sonra dibindeki
tezgaha dokundu. Tezgahta var olan bulaşığı hissetti. Önce bulaşıkların içinde
aramaya çalıştı cezveyi, ancak bulamadı. Sonra kenarından dokunarak çekmeceyi
buldu. İlk ve ikinciyi geçerek üçüncü sıradakine bakmak için çekmeye çalıştı
ancak sıkışmıştı. Zorladı, ancak başaramadı. Telefonunun ışığını açmaya çalıştı
ancak şarjı yüzde beş olduğu için fenerini çalıştıramadı. Üst rafları el
yordamıyla aradı, bulduğunda ise birbirine bitişik iki kapaktan birini açtı.
Tencerelerden birini aldı, ocağa koydu. Tezgahın diğer tarafına geçerken
kokusundan bulabileceğini düşündüğü kahve kavanozunu aradı, düşüncesi
yanıltmamıştı onu. Kavanozu açtı, kokuyu tekrar içine çekti. Koku ona babasına
yaptığı kahveyi hatırlattı; aktardan
aldığı kahveyle eve geldiğinde evin içini tarifi benzersiz bir koku doldururdu.
O anı hatırladı; bu kahvenin onunla, mutfağın ise buradaki mutfakla alakası
yoktu.
İçeriden bir ses “Ne beceriksiz
karıymışsın lan!” diye bağırtı halinde kulağına geldi. Korktu birden, baş
parmağı ile damağını çekti. İçerideki adam telefonda durmadan birine
bağırıyordu; “Sen bizi ne sandın koçum!”. Ne sanmış olabilirdi ki! Kadın
düşündü, bulamadı. Adam “anam avradım olsun tanımam kimseyi ” diye ekledi
sonra. Kadın yine düşündü; anasını neden bu işe karıştırıyor?
Durmadı kadın, işine devam etmek
için tezgahtaki bulaşık olan kaşığı eline aldı, kahve kavanozuna daldırdı. Bir
kaşık… iki kaşık… bu işler karmaşık… Çocukken arkadaşı Nezahat ile söylediği
tekerlemeyi hatırladı, güldü. Durmadan güldü, gülmesini durduramadı. Gülmesi
ile içindeki korkusundan kaçıp gitmek istedi, ama kaçamadı. Ocağın altını
yakmak için kenarda duran çakmağı aldı. Birçok kez çakmasına rağmen yakamadı.
Gazı açık tuttu. Keşke şu şovdakiler gibi sesi incelten gaz olsaydı dedi. Sonra
buna da güldü. Gazı iyice açtı. Babasını düşündü; bir paket taze kavrulmuş
kahve ile gelişini ve bir sabah hiç içmemek üzere hayattan gidişini. İçerideki
adam “Ulan Yemen’den mi geliyor? Bir fincan kahve içiricen yarım saat beklettin
amına koyayım” diye bağırdı yine. Kadın umursamadı, başı döndü birden,
aldırdığı çocukları düşündü. Biri içerdekindendi, hatırladı. Ama adamı
hatırlayamadı. Birden yığıldı yere; odada kahve ve gaz kokusu asılı kaldı.
1 Mayıs 2023 Pazartesi
ANAHTAR
Enes,
babasının sesi ile oturduğu kanepeden kalktı, terliklerini hızlı bir şekilde
giyip merdivenleri ağır aksak indi. Pazardan gelen babasının elindeki
torbalardan birini aldı. Bu, poşetin tüm gücüyle içinde tutmaya çalıştığı
kocaman bir karpuzdu. Her zamanki gibi diğer ufak poşetler yerine bunu almaya
çalıştı. Babasının tüm kızmalarına rağmen zor da olsa yukarı taşıdı. Kapı
kapalı olması nedeniyle babasını bekledi. Merdivende yavaş yavaş görünen
babasının kapıyı görmesi ve ona bakışının sorular soran bir hal olmasıyla Enes
bir sıkıntının var olduğunu anladı. Babası pazara gitmeden birkaç kere
tembihlemişti anahtarı almadan dışarı çıkmaması için. O bunları söylerken, onun
kafası biraz sonra oynayacak çizgi filmde olduğu için kulaklarının birinden
girip birinden çıkmıştı. Üstelik abisi Ömer de dışarıda arkadaşları ile top
oynuyordu. Kulağının çekilmesi ile hem
canının yanması hem de ortasında bırakmak zorunda kaldığı çizgi film gözlerinin
dolmasına yetmişti.
Hızlı bir
şekilde Ömer’i çağırdı babası. Ömer tüm çevikliğiyle şimşek gibi çıktı merdivenleri. Sanki saatlerdir topun peşinde koşmamış, en
güzel golleri o atmamış gibi yüzünde gözünde bir damla ter yoktu. O Ömer’di işte;
dersleri hep pekiyi olan, okul takımının on numarası, anma törenlerinde Atatürk
için yüksek sesle şiirler okuyanı, Çanakkale Türküsü’ nü koroda yanık yanık
okuyanı, babası iki duble atınca yanında Zekai Tunca’nın “İmkansız” şarkısını
söyleyeniydi. Yıldızı hiç barışmadı abisiyle, hiçbir zaman Ömer olamayacağından
mıdır, yoksa aksak ayağından dolayı hiçbir zaman onun gibi pas atamayacağından
mıdır nedir sevemezdi kardeşini.
Ömer “ben
çıkarım,” dedi babasına. Babası, tek kelime söylemeden oğlunun durumu anlamasına
“Aferin lan!” dedi gururla. Hafize Teyze’nin kapısı çalındı. Ömer kapıyı açan
Hafize’nin elini öptü, balkondan onların balkonlarına geçmesi için izin istedi.
Arkasındaki babası ve kardeşi onun konuşmalarından dolayı sessizce beklediler.
Hafize teyze, alkolik babası ile konuşmadığı için yüzüne bile bakmadı. Enes ise
yine kendi içine kapanık halde hala çizgi filmi düşünüyordu. Ömer, ayakkabılarını
çıkarıp eline aldı, Hafize Teyze’nin “Kuran kursu nasıl?” sorusuna “okumaya
geçtim” diyerek gururla cevap verdi. Hafize
Teyze, “şu kardeşine de biraz yardımcı ol, o da öğrensin,” dedi. Enes elif be
te de kalmıştı. Babası kapıda içeride duyduğu konuşmalardan dolayı Enes’in
kafasına bir şaplak attı. Enes hala çizgi filmdeydi.
Ömer, daha
önceden de antrenmanlı olduğu balkona çıktı. Uzanacağı balkonun arasında birkaç
adımlık boşluk bulunmaktaydı. Elinde tuttuğu ayakkabısını giydi. Harçlığıyla
biriktirdiği bir halı saha ayakkabısıydı bu, Alex de Souza’nın giydiğinin
çakması. Diğer ayakkabılarda yaptığı gibi bağcığını açmadan giymiyordu onu. Ayakkabıyı
giydi, bağcıklarını içine soktu. Demirin kenarına çıktı, uzanması gereken
balkonlarına uzandı, elleriyle balkon demirlerini tuttu. Ayağını balkon demirinin köşesine attı. İçine
koyduğu bağcıkların çıktığını fark etmedi. Ayağı ipe dolandı, dengesini
kaybetti.
Babası ile
Enes bir çığlık duydu sadece, Ömer’den gelen çığlık. Sonra Hafize Teyze’nin
çığlığı eşlik etti Ömer’in çığlığına. Enes unuttu her şeyi, elinde düşmesin
diye tuttuğu karpuzu, izlemek için can attığı çizgi filmi, duvar olan kapıyı, hatta
yediği dayakları unuttu. Aksayan ayağını, aksayan kaderini, içine kapanan
hayatını unuttu. Gittiklerinde yerde Alex’ in giydiği ayakkabının çakmasını
giyen, sırtındaki formasında on numara yazan sarışın bir çocuk cansız bir şekilde yüzükoyun
yatmaktaydı.
Ömer gitti,
sonra da Alex gitti. Enes bir daha hiç çizgi film izlemedi.
15 Mart 2023 Çarşamba
ÇATI
-Salih Hoca
gelir mi?
-Gelir tabi
Ümit, oturuyordu zaten.
-Zahmet
olmasın.
-Oturmasın,
İşi ne! Emirhan nerede?
-Top oynamaya
gitti.
Annemin benim oturmamı Ümit’le sıradanlaştırmasını dinliyordum. Hayır, oturma eylemi bizim evdeki kadar hiçbir yerde zulüm görmemiştir. Doksanlı yıllarda çiçek gibi eylemdi protesto etmek için. Ama bu eylemin Derin Anneler Cemiyetinin etkisiyle içinin boşaltıldığını düşünüyorum. Yataktan kalkıp kahvaltı masasına oturana kadar annem sekiz defa “Ümit Abine yardım et!” cümlesini kurdu. Her cümlede “olur” manasında başımı salladım. Kapı tekrar çaldı; Ümit aldığı sözden vazgeçecekmişiz gibi elinde ip ve matkap ile kapımızdaydı ve çılgın bir hevesle beni bekliyordu. “Gideyim de bahçedeki şu işi halledelim, kurtulayım şunlardan,” diye giydim ayakkabılarımı.
“Halkayı
beline takacaksın, boynuna değil.” Bu cümleyi bilemememin mümkün olmadığını
düşünürken adamın ikinci süper cümlesi geldi: “Bu sene hiç yağmur yağmadı.”
İnsan bazen böyle alakasız cümleleri yerdeyken de duyabiliyor, bunun için
çatıya çıkmamız oldukça saçmaydı. “İnsan yaklaşık sekiz metre yükseklikteki
evin çatısına şivesinden dolayı pek de anlaşamadığı biriyle pençelere takılan
kartonpiyeri çıkarmaya çalışır mı?” diye
sorarsınız artık “Evet, anneme göre boş oturmaktan iyidir,” derim.
Bakın insan
izlediği filmlerdeki tehlikeli sahnelere “ulan bunu ben de yaparım, ne var!”
derken aynı işi çatıda yapmaya çalışınca “Kesin dublör kullanıyorlar” deyiveriyor.
Bunları düşünürken ve 96 Kuran Kursu bilgilerim ışığında ezberlediğim duaları üstüne
koya koya okurken şiveli ve peltek Ümit Abi seslendi:
-Şuraya eşek
gibi oturuve hoca!
-Eşeğe oturur
gibi değil mi Ümit abi?
-Evet, eşek
gibi otureve.
Nasıl oturacağıma karar veremeden ve biraz da korkudan çat diye oturdum çatının köşesine ve ipe yapıştım. Ümit, elinde matkap, belinde ip ile köşeye kadar giderken bu işi denetleyen yapı denetim firmasının aldığı nefesten, güldüğü espriye kadar neyi varsa bir güzel sövdüm. Bu saçma sapan prosedürler sonucunda inşaata bir kere gelmeyen adamın evin çatısının pencerelerinin kapatılması konusunda “namuslu bir şekilde” telefonla istekte bulunduğu, müteahhittin, alıcının–mış gibi yaptığı sisteme ayrı sövdüm. Sonra sövmelerimi tutamadığımı fark ettim; merdivene çıkarken bile yere bakamayan gözlerim aşağıdaki insanları karınca kadar görünce bulanmaya başlıyordu. Bu süreçte Ümit Abi’ nin “Düşersem sakın korkma, çok çok ölürüm,” gibi oldukça yaratıcı esprisini histerik bir sırıtışla karşıladım. “Lehçe ve diksiyon kartı yanmış bu adamla neden buradayım?” , “Benim bu çatıda işim ne?” ya da “Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi ?” gibi önemli sorularla zihnimi meşgul ederken annemin o mahzun gözleriyle göz göze geldik. Canım anam; çatıya çıkmam gerektiğini öğrendiğinde pancara dönen yüzü ve başıma bir şey gelecek korkusu ile o kadar endişeliydi ki! Bu endişe ve korkuyla bana “dikkat edin” yerine “bak bakalım bizim güneş enerjisi su akıtıyor mu?” deyiverdi. Ellerim ipe sıkı sıkı sarılmışken annemin de sinirlerinin ikinci soru ile laçka haline geldiğini anladım.
Ümit
Abi işi tamamladığında içimi sanki uzaya mekiksiz gidip gelmişiz gibi bir
sevinç kapladı. Ama zihnimi bir türlü toparlayamıyordum; adamın “Çatıyı hep
kirletmişler” olarak algıladığım belki de yanlış anlama ile “Guantanamo
kelebekleri tükenme tehlikesi altında ” dediği cümleyi “Evet ya, Fener ne yaptı
öyle” diye cevapladım. Beynim geçersiz bir işlem yürüttü ve kapatılacak diyordu
bünyeme. Adam durumu anlamış olacak ki benim koluma girerek aşağı yani balkona
güvenli bir şekilde indirdi. Annemin
endişeli bakışları altında sanki yukarda korkudan far görmüş tavşan gibi
hareket etmeyen adam ben değilmişim gibi vakur bir usta bilmişliğiyle “Hep
kırmışlar çatıyı, onarmak lazım” dedim.
Ümit sanki yıllardır bu cümleyi bekliyormuş gibi “Aşağıda malzemeler
var, hemen alıp yapalım hoca,” dedi. Bu cümle bende şok etkisi yaratmış olacak
ki bayılmışım ve kalıcı olarak çatı işlerinden emekli oldum.
16 Kasım 2022 Çarşamba
GÖLGE
O gün dans ettik seninle gün
ışığında, hatırlıyor musun? Hatırlamazsan da kızmam inan bana. Çünkü ne bileyim
insan kızmıyor böyle şeylere, inat etmiyor durumun üzücü oluşuna. Bitmiyor ki
kendi içindeki saçma yalnızlık. Neyse boş ver bu seninle alakalı değildi. Evet,
sen diye bir şey var ama biz diye bir şey yok bugünkü günışığında. Biliyorum, o
dans eden çift biz değiliz ve çift bir şekilde kopup gidiyor dans ederken. İki
gölge yapışıyor duvara onlardan armağan, sonra onlar da gidiyor ardından, tıpkı
senin gölgen gibi. Senin gölgeni hatırladım birden ve sahibi olarak da seni.
Biliyorum, tamam rahatsız ettim seni. Evet, farkındayım ama anlatmazsın
gölgelere gidişi; o sıcak buharın havalanışını, gözlerindeki ışıltıyı, uçup
giden güvercinleri anlatamazsın. Bence insan anlatamadığı şeylere girişmemeli.
Buradan başlıyor tüm işin anahtarı; anlatma, bilme ve sevme. Ne kadar gidebilir
ki tüm hikayeler, nereye kadar gidebilir. Mösyö sizi ilgilendirmez dediğini
duyar gibiyim ama büyük ihtimalle dediğine de pişman olmuşsundur. Belki şu anda
bir gölgesindir, bir güvercin ya da sıcak bir buharsındır. Sonra sevişmişizdir
seninle bir öğle sonrası, sıcak buharlar altında. Gölgemizi izlemişimdir
nedensiz yere. O gün dans ederken gölgelerimizi oradan hatırlamışımdır. Her şey
biter diyorlar. Biliyorum bunu senin de tekrarlamana gerek yok. Tıpkı gölgeler
gibi biter, bir güvercin gibi havalanarak kaybolur ortadan, bir ağaç dalına
tüner tüm hikayeler ama biter yani, biliyorum. “Bu kadar hayal yeter, ben
gidiyorum” diyerek ayrılıyorum o gün, hiç bitmemiş bir öğlen vakti, sevişmiş
gölgeleri de zihnime de alarak. Bu kadar yürekten çağırmayabilirsin beni.
Kırılmam inan buna o dans edişimizi hatırlayabilirim belki, gölgelerimiz de
dans etti tabi. Yürüyüp giderken evime doğru selam veriyorum bakkala. Bakkal
selamımı almıyor, onun da gölgesi var. Gölgesi sevişiyor mu diye sormuyorum.
Sonuçta onun özel hayatı beni hiç mi hiç ilgilendirmez. Anahtarımı bulamadım
ama önemsemiyorum, kredi kartımla kapımı açıyorum saçma bir şekilde. Evde sen yoksun
ama ben geldim diye bağırıyorum. Annemin anıları hoş geldin diyor bana. Senin
olmadığın bir düzlem üzerinden annemle zaman geçiriyorum. Başımı okşuyor ama duvarda
gölgesi yok. Gülüyorum ona, bir çocuk gibi. Ne güzel gülümsüyorsun diyor, tıpkı
senin gibi. Elime beş lira sıkıştırıyor ve ben bakkala ekmek almaya gidiyorum.
Bakkala iki ekmek artanına da şeker verir misin, diyorum. Bakkal yüzüme salak
salak bakıyor. Gölgesi de bakıyor tabi. Niye bakmasın ki. Bir gün gölgesi
kaybolacak bu adamın diye düşünüyorum. O ise bana veresiye yok, zaten üç aydır
ödemiyorsun, diyor. Param elimde, diyorum yine bir mallık seviyesinde bana
akıyor gölgesi ile. Ekmeği alıyorum hızlıca, koşmaya başlıyorum bir koşucu
hızıyla. Bakkal da kovalıyor gölgesiyle, gölgesi geriden geliyor. Gölgesine
gülerken arabayı görmüyorum. Sert bir fren yapmaya çalışıyor araba ve
filmlerdeki gibi olmuyor çarpması kafamı hızlı bir şekilde çarpıyorum yere
arabanın yardımıyla. Gölgemizi
düşünüyorum sonra. Birbirimizin üstündeki gölgemizi. Bakkal yazık aklı gitmişti
deyiveriyor bana, ölü gözlerim gölgesine
bakıyor umutsuzca.
15 Kasım 2022 Salı
KÜÇÜK AŞK
Her sabah, babası işe gittikten sonra pencereyi açar mahalleyi izlerdi yengeniz. Vita tenekelerinden yapılma saksıların dizildiği; içine ise bizden aldığı filizlerini ektiği o minyatür çiçek bahçesinin hemen arkasında oturur ve bu fakir peyzajının en nadide çiçeği olarak hayaller kurardı canım Ayşem. Karşısına geçip “Bir çift göz insanda sıradan bir aksesuar, sende ise nazar boncuğu kurban olduğum” , diyesim vardı ama dokuz yaşında olmam gibi kuşak sorununun varlığı içime otururdu hep. Sakızdan dövmesi çıksa koluma yapıştırır, en az üç dört pazar annemin banyo tehdidinden kaçarak kolumda kalmasını sağlardım. Öyle bir sevdaydı benimkisi işte. Mahallede yürürken herkesin “Bak bu Veli’ninki” demesini, bakkaldan aldığı malzemeleri benim borç defterine sakızlarla şekerlerin altına yazmasını, giderken de bakkalın, “Veli ağbime saygılar yengecim” demesini istiyordum. Hayaller kuruyordum Ayşe üzerine; o Şeker Kız Candy oluyor, ben de atımın üzerinde omzumda müzik setimle Anthony oluyordum. Her aldığım çikolatadan bir tane de ona alıyordum ama veremiyordum kendisine. Götüremediğim için de kendim yemek zorunda kalıyordum. Sizin anlayacağınız diyabeti yükselten platonik bir aşktı benimkisi.
Yemekten
içmekten kesiliyordum her geçen gün. Annem bu halimi “piç kurusu daha bu yaşta
yemek seçmeye başladı” olarak tanımlıyordu. Tokadı yiyince kendime geliyordum
tabi ister istemez. Ağız tadıyla sevdamı yaşatmadıkları için, ağız tadıyla
dayağımı yiyordum. Akşamları aklıma geldikçe dolaptaki babamın rakısından bir
damla atardım gizli gizli. Fazlası çarpıyor bilirsiniz; baba evindeyiz sıkıntı
çıkmasın, malum deli çağlarımız. Gündüzleri ise kendimi kumara veriyordum.
Mahallede en iyi misket atan benimdir, rekorlarım var. Beni başarıdan başarıya
götüren uğurlu misketimin adı da Ayşe. Akülü arabaya değişmem onu, o kadar
kıymetli gözümde. Bi gün sövdü
zıpçıktının biri , ütüldükten sonra Ayşeme. Birbirimize girdik tabi. Annem
“niye dövüştünüz lan!?” diye sorduğunda “namus belasından” diyemedim tabi,
“hiiiçç” deyiverdim.
O da bana karşı boş değildi aslında, biliyordum.
Son geldiğinde “büyü de senlen evlenelim” dediydi de sıçtığımın boyu uzamıyordu
ki bir türlü. Uzasa hemen Allah’ın emri peygamberin kavli ile isteticektim
yavrum seni. Hatta elim ekmek tutsun diye bizimkilere “beni bir yere çırak
verin” dedim de onlar baya bi güldüler bana. Onlar sevmekten ne anlar, bizim
sevdamız gibisi var mıydı be Ayşe allasen. “Kaçırsam mı acaba ben bu kızı?”
diye düşündüm o zamanlar. Emanet bir bisiklet alsam ön gidona oturtur,
kaçırırım. Ninemlere götürürüm mis gibi. Onlar dayımı ve yengemi kabul
ettilerdi. Bizi de kabul ederlerdi. Bayram harçlıklarımla ilk zaman geçiniriz,
sonrası Allah Kerim. Ama izin vermediler tabi buna. Bakkalın şaşı oğluna
istediler Ayşemi. Evleri varmış iki tane, dükkanları da. Ee hemen verdiler
tabi. Servet şaşıyı badem gözlü ediveriyor. “Kahrolsun bakkalların kapital
gücü” diye bağırıcam ama siyasete girmem yasak. Sinirimden gidip camını
taşladım dükkânını. Elime geçse ateşe de vericem ama kibritle oynamam da yasak.
Erkek tarafı bu kırılmayı “nazarımız çıktı” olarak yorumladı. Orospu çocukları…
Anneleri hariç.
Düğün günü geldi tabi çabucak. Evden
çıkamıyorum bir türlü. Hep pencereyi gözlüyorum; bir kere de olsa çıkar da
gözlerinin içine bakarım diye. Sonradan öğrendim tabi ben de. Erkek tarafı kız
kısmının pencerede oturmasını doğru bulmuyormuş. Hayır, ben olsam öyle
zorlamazdım boncuk gözlü ceylanımı. Nasıl sıkılıyordur o şimdi evin içinde kurban
olduğum. Annem bir gün “Ayşe ablanlara gidelim mi” diye sordu. Abla nedir anne?
Benim düşmanım mısın sen? Televizyonun fişini çek, misketlerimi çöpe at, beni
sokağa çıkarma, banyoya kitle ama ablam olarak tanımlama onu. Bana garezin mi
var senin?
Ne yapıp edip aldı götürdü annem
beni kız evine. Benim için cenaze evi ama kimse bilmiyor tabi. Evin içinde
gereksiz bir çamaşır suyu kokusu var, her yer aşırı temizlenmiş. İyi bilirim bu
hali, babam uzun yoldan gelmeden önce bizim ev de böyle çamaşır suyu kokardı. Geldiği
gece de nedense bir şekilde erken uyutulurdum. Çamaşır suyunun kokusundan mı
yoksa şartlı koşullanmadan mıdır bilmem ama hemen uyuyuverdim. Bir ara
uyandığımda onu gelinlikle gördüm. Bembeyaz kumaş parçalarının yanında koyu
kaldığı beyaz teninin, sarı saçları ve masmavi gözleri ile uyumu. Beni bir
ağlama tuttu. Ben bir ağladım. Durmaksızın, haykırarak ağladım karşılıksız
aşkıma. Ama onlar korktuğuma yordular bu ağlamamı. Kucağına oturttular beni
hemen. ”Erkek çocuk olur inşallah” diye zılgıt çekti annem. Ulan anne… Saadetimin
altına dinamit koydun resmen. Gözlerim yaşlı iken göz göze geldik. ”Büyüseydin
evlenirdim senlen” dediğinde tüm genetiğime söverek kocaman bi ”Valla mı?” deyiverdim. İçerdeki bütün
kadınlar gülerken annem biraz mahcup, biraz da “ben sana evde gösteririm”
bakışıyla “oğlum ablan o senin” deyiverdi. Ulan anne… Sen demeseydin anlamazdım
zaten. Kapı çalındı, davulla zurnayla
aldılar gelinlikli güvercinimi.
O gitti, sonra ben çok ağladım.
BÜTÜNLEME
-Olmadı mı? -Oldu da, bu sefer öteki olmadı -Nasıl? Sessizdim. Daha doğrusu konuşamıyordum. Masada bir şeylere bakıyordum, ancak görmüyor g...
-
Japon yapıştırıcı ile yaptığım "Ulan yapışıyor mu acaba?" adlı deneyim ağır yapışma ile sonuçlanmıştı. İşaret ve başparmağım...
-
Her sabah, babası işe gittikten sonra pencereyi açar mahalleyi izlerdi yengeniz. Vita tenekelerinden yapılma saksıların dizildiğ...
-
-Olmadı mı? -Oldu da, bu sefer öteki olmadı -Nasıl? Sessizdim. Daha doğrusu konuşamıyordum. Masada bir şeylere bakıyordum, ancak görmüyor g...